'V. Din Şûrâsı' Programı



DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI TARAFINDAN DÜZENLENEN 


V. DİN ŞÛRÂSI 


SAYIN CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN TARAFINDAN AÇILDI...



ŞÛR DİYANET İŞLERİ BAŞKANI PROF. DR. MEHMET GÖRMEZ, DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU BAŞKANI DR. HÜSEYİN KAYAPINAR, ŞÛR ÜYELERİ VE İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ TOPLUMSAL ARAŞTIRMALAR UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ MÜDÜRÜ PROF. DR. MUSTAFA SÂİM YEPREM'İN KATILIMLARIYLA GERÇEKLEŞTİRİLDİ. ŞÛRÂ'NIN 3. GÜNÜNDE TBMM BAŞKANI SN. CEMİL ÇİÇEK DE TOPLANTIYA BİR KONUŞMAYLA KATKIDA BULUNDU...


8-9-10 Aralık 2014 günlerinde Ankara'da toplanan V. DİN ŞURASI  Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Dr. Hüseyin Kayapınar'ın açış konuşmasından sonra, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ'in ve  Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ın,  protokol konuşmalarının ardından, Prof. Dr. Mustafa Saim Yeprem'in moderatörlüğünü yaptığı bir panelde "Özellikle Bölgedeki  Yeni  Dini Yorum ve Anlayışlar" ele alındı. Ertesi günden itibaren iki gün boyunca  "Günümüzde Yeni Dini Anlayışlar", "Dini Bilgi Üretim ve Öğretimi" ve "Din Eğitimi ve Hizmetleri", alt başlıkları ile 3 ayrı komisyon ele almış ve müzakere etmişdir.



Diyanet İşleri Başkanı Sn. Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ'in konuşması 

aşağıda sunulmuştur...



 V. DİN ŞÛRÂSI AÇILIŞ KONUŞMASI


"Günümüzde Yeni Dinî Anlayışlar; Dinî Bilgi, Eğitim ve Din Hizmetleri"



icsayfa1



08-10 Aralık 2014, Bilkent Otel ve Konferans Merkezi-Ankara


Bismillahirrahmanirrahim.



Bizleri İslâm nimetiyle müşerref eyleyen, bizlere Kitap ve Sünnetin yanında akl-ı selim, kalb-i selim ve tab-ı selim bahşederek akletme, düşünme, kavram üretme, sembol kullanma, kültür oluşturma ve medeniyet kurma yetisi veren; bizlere beyanı öğreten, ilim, hikmet ve marifetin yollarını gösteren Yüce Rabbimize nihayetsiz hamd ü senalar olsun.
Bize kitabı getiren, kitabı hikmetle beyan eden ve o hikmeti yaşanmış bir hayata dönüştüren Sevgili Peygamberimiz (sas) başta olma üzere insanlığın yolunu aydınlatan bütün peygamberlere sonsuz salat ve selam olsun.



Sayın Cumhurbaşkanım,
Din Şûrâsı'nın Saygıdeğer Üyeleri,
Değerli basın mensupları,
Hanımefendiler, Beyefendiler,


Sözlerime başlarken sizleri sevgiyle, saygıyla, hürmet ve muhabbetle selâmlıyorum. 

Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun.



Sayın Cumhurbaşkanım,


Din Şuramıza teşrifinizden dolayı zat-ı alinize, şura üyeleri ve katılımcıları adına en kalbî şükranlarımı sunuyorum.

"Günümüzde Yeni Dini Anlayışlar; Dini Bilgi, Eğitim ve Din Hizmetleri" başlığını taşıyan V. Din Şurasının şimdiden hayırlı sonuçlar getirmesini Allah'tan niyaz ediyor, tüm katılımcılara Başkanlığımız adına teşekkür ediyorum.



Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Şûra Üyeleri,


İslam dini, medeniyeti ve coğrafyasının bugün içinden geçtiği ve belki de tarihin bu en zorlu sürecinde bütün Müslümanların hayati meselesi, hiç şüphesiz, din konusunda doğru ve sahih bilgi üretimi meselesidir. Ölümlerin, vahşetin, dehşetin ve şiddetin tüm korkunçluğuyla yaşandığı İslâm coğrafyasının, her şeyden önce doğru bilgiye, hikmetli söze ve derin irfana ihtiyacı bulunmaktadır. Bugün, kendisinden gururla bahsettiğimiz İslâm medeniyeti bilgi, hikmet ve marifetler yoğrularak iman, akıl ve ahlakla inşa edilmiştir.
Şûramızı teşrif eden siz kıymetli katılımcılarının temsil ettiği İslam âlimlerinin, entelektüellerinin ve bilim adamlarının omzundaki sorumluluk ağırlaşmaktadır. Bu sorumluluk, dini ve gayr-i dini tasnifine girmeden, aklı ve vahyi karşı karşıya getirmeden ilim, hikmet ve marifeti ahlak, adalet ve merhametle mecz edecek bir bilginin üretimi, eğitimi ve öğretimi mevzuunu daima bir mesele, bir dert ve bir gaye haline getirmektir. Aksi takdirde 'İslam medeniyeti' söylemleri sadece geçmişle avunmanın ve çağımızda yaşananlara karşı bir savunmanın ötesine geçemeyecektir.


Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Şûra Üyeleri,


Bugün, ateş çemberinin ortasında yer alan ülkemiz, hala bir esenlik ülkesi olarak umut vaat etmeye devam ediyorsa, bunda pek çok sebebin yanında din eğitimini, din öğretimini ve din hizmetlerini başından beri ciddiye alarak bugünün dünyasında onu ikame etmeye çalışmasının payı asla göz ardı edilemez. Bu konularda her ne kadar ülkemizde zaman zaman bazı kırılmalar yaşanmış olsa da din eğitimi ve din hizmetleri diğer İslâm ülkelerine nazaran çağımız koşullarında daha sağlıklı bir zeminde seyretmektedir. 14 Asırlık bilgi ve medeniyet birikimiyle doğru ilişkiler kuran, Kerim Kitab'ın ayetleriyle tabiatın ayetlerini birbirinden ayırmayan, din bilimleriyle, fen ve sosyal bilimlerini, ilahiyat eğitimiyle hikmet ve felsefeyi birlikte veren bir eğitim anlayışının ve kurumların varlığı, hiç kuşkusuz, bu zemini bizlere sağlamıştır.


İmam-Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri gibi eğitim kurumlarımızda üretilen bilgiyi toplumun ve insanlığın istifadesine sunan Diyanet İşleri Başkanlığımızın varlığı, gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında barış, güven ve huzur vesilesidir.


Ülkemizin en küçük yerleşim birimlerinden büyükşehirlere, Afrika'nın uçlarından Latin Amerika ve Karayip Adalarına kadar yerkürenin hemen her yerine, gerek yurt dışındaki millet varlığımıza, gerek gönül coğrafyamıza ve gerekse dünya Müslümanlarına götürülen hizmet ve faaliyetler, Başkanlığımızı küresel ölçekte hizmet sunan uluslararası bir kurum hâline getirmiştir. Bu durum, ülkemiz için hem büyük bir imkân ve fırsat, hem de bizleri iman ve aşkla coşturan çok önemli bir husustur. Ancak itiraf etmek isteriz ki, 14 asırlık büyük bir mirası günümüze taşıma, onu bilme, doğru anlama ve yorumlama; yaşadığımız çağın devasa sorunlarını çözme ve gelecek nesillerin ihtiyacına göre yeni bir medeniyet inşa etme hususlarını dikkate aldığımızda hali hazırda ürettiğimiz bilgi ve sunduğumuz hizmetleri yeterli görmek mümkün değildir. Bugün, ülkemizin gerek bölgemizde gerek gönül coğrafyamızda ve gerekse tüm dünyada bir umut olması, diğer konularda olduğu gibi dinî-ilmî sahalarda da bir başvuru mercii haline gelmesi, çabalarımızı, çalışmalarımızı, kurum ve müesseselerimizi yeniden gözden geçirmemizi zorunlu kılmaktadır.


Diyanet camiası olarak bu büyük sorumluluğu hakkıyla ifa edebilmek için kendimizi her açıdan yenilemek ve hizmet kalemlerimizi geliştirmek zorunda olduğumuzun bilincindeyiz. İşte "Günümüzde Yeni Dinî Anlayışlar; Dinî Bilgi, Eğitim ve Din Hizmetleri" başlığını taşıyan V. Din Şurasını bu saiklerle toplamış bulunuyoruz.


Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Şûra Üyeleri,


"Günümüzde yeni dini anlayışlar" derken, bugün, hem İslâm toplumlarının karşı karşıya kaldığı çatışmalara mesnet teşkil eden farklı dinî anlayışları, hem de İslâm'ın evrensel mesajlarını görmezden gelerek kendi dar kalıpları doğrultusunda İslâm'ı temsil etme iddialarını kastetmekteyiz. Bugün, her ne şekilde olursa olsun İslâm'ı anlama ve yaşama biçimleri bir şekilde tarihsel köklere dayanmaktadır. Ancak hemen ifade etmek isterim ki, medeniyetimizin harici ve dâhili sadmelerin etkisiyle kırılmalar geçirdiği uzun yıllarda, sömürgelerin, istilaların, işgallerin ve istibdatların gölgesinde oluşan yaralı bilinçler, tercih ettikleri yol ve yöntemlerle uç noktalara savrulmuşlardır. Bunun bir nedeni de çağımızın egemen bilgi üretim mekanizmalarının, bilgiyi gücün ve hakikatin yegâne kaynağı olarak görmesi, pozitivist eğitim anlayışının bir şekilde dini anlama biçimlerine de yansımasıdır.


Bütün bunların neticesinde oluşan bilinçler, farklılıkları yok kabul etmekte ve kendisi gibi düşünmeyenleri kolayca hakikatin dışına itmektedir. Kısaca Şura'ya giriş mahiyetinde bu anlayış, tutum ve duruşları ana hatlarıyla ele almak istiyorum.


Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Şura Üyeleri,


Modern zamanlarda ortaya çıkan nevzuhur dini tezahürlerden birisi var ki; İslam'ın cihanşümul hak ve adalet anlayışına, sevgi, şefkat ve rahmet mesajına gölge düşürmüş, medeniyet yürüyüşünü sekteye uğratmış, Batı dünyasında İslamafobik korkuların oluşmasına sebep olmuş ve medeniyetler arası çatışma üretmek isteyen görüş ve çıkar odaklarının aracı haline hâline gelmiştir. Tarih boyunca İslam medeniyetinde egemen olmayan, şaz ve marjinal kalan bu anlayış, önceleri tamamen selefe ve dini metinlere bağlılığı ifade ederken Moğol istilasıyla birlikte bir zemin bularak bir eylem ve hareket alanına dönüşmüştür. Daha sonraları Osmanlı Devleti'nin dağılma sürecinde dahili ve harici etkenlerle siyasal bir zemin bularak varlığını korumuş hatta bazı devletlerin ideolojisi haline gelmiştir.
Afrika Sömürgeleri, Afganistan işgali, Bosna ve Çeçenistan savaşları, Körfez Savaşı ve Irak işgali gibi İslam dünyasının dini ve kültürel fay hatlarını sarsan büyük acılardan sonra bu anlayış sömürge, şiddet, savaş, işgal ve istibdatlerin gölgesinde yetişen yaralı bilinçlerin ve ölümcül kimliklerin hatta Batı'da varlıkları ve kimlikleri yok sayılarak ötekileştirilen genç kuşakların, uğruna canlarını verdikleri ve insanları hunharca katlettikleri bir kurtuluş ideolojisine dönüşmüştür. İslam dünyasının sorunlu bölgelerinde varlığını kuvvetlendiren bu anlayış İslam'ın ilk fitne hadiselerinde ortaya çıkan harici unsurların düşünce, tavır ve diliyle birleşince bugün itibariyle İslam için ve İslam toplumları için en büyük sorun haline gelmiştir. Bu anlayışa göre hakikat "selef" adı verilen sadece ilk üç neslin inhisarındadır. Ancak zamanla modernitenin etkisiyle ihdas ettikleri kendi hakikatlerini, ilk üç mübarek nesle izafe ettiklerinin farkında değildirler. Kendi hakikatlerine ve dini anlayışlarına inanmayanları, İslâm'ın ana yolunun tarih boyunca prensibi olan  "ehl-i kıble tekfir edilmez" düsturunu yok sayarak kolaylıkla tekfir eden bu zihniyet, kendi dışındaki bütün inanış ve mezheplerle savaşmayı cihad olarak kabul etmeye başlamıştır. Bunlara göre halefin yani sonraki nesillerin Kur'an ve Sünnet yanında akla, re'ye, içtihada yer veren dini anlama metotları, geçerli değildir.


Doğrudan naslara başvurmak yerin
e fıkhi konularda farklı metot takip ederek oluşan mezhepler ve tarih boyunca medeniyet üreten bütün düşünce okulları ehl-i bidat; irfan geleneğimizin derunî dini tecrübesini yaşayan bütün tasavvuf mektepleri de ehl-i dalalettir. Bütün tekkeler, zaviyeler, türbeler, tarihi eserler, yıkılması ve tahrip edilmesi gereken birer şirk unsuru olarak kabul edilmiştir. Bu düşüncede Allah'ın cemal sıfatının bir tezahürü olarak İslâm medeniyetinin var ettiği bilim, sanat, estetik, edebiyat, bediiyyat ve mimarinin herhangi bir yeri yoktur.


Dini metinleri birer kanun metni gibi algılayan, Kur'an'la ilişkisi lafzi ve harfi, sünnetle ilişkisi zahiri ve şekli olan, Allah'ın insana bahşettiği akıl ve istidatları vahyin karşısına koyarak reddeden bu anlayış tarih boyunca İslam'ın ana yolunu temsil eden ehlisünneti kendi tekeline alarak diğer bütün mezhepleri ötekileştirerek mezhep çatışmalarına zemin hazırlamış medeniyet içi bir çatışma isteyen siyasal mühendisliklere hizmet eder hale gelmiştir.


Ayrıca bu anlayış, ibadetlerdeki içtenliğin yaşanması, Allah sevgisinin mahlûkata şefkat olarak yansıtılması, yaratılanın Yaratandan ötürü hoş görülmesi, insanları rahatsız ve huzursuz etmekten sakınılması gibi ahlaki hassasiyetlerin kaybolup gitmesine, yerine, din adına baskı, şiddet ve zulüm üretilmesi gibi yanlış sonuçlar doğurmuştur. Başından beri İslâm medeniyetinin bir emaneti olarak kabul edilen ve Müslümanlarla birlikte yaşama ahlakı ve hukuku çerçevesinde iç içe olan ehl-i kitap ve diğer dini azınlıklar üzerinde korku üreten bu zihniyetten dolayı ne yazık ki barış ve esenlik dini olan İslâm, şiddet ve terörle yaftalanmaya, İslam toprakları da selam ve eman yurdu olmaktan uzaklaşmaya başlamıştır.


icsayfa2


Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Şura Üyeleri,


İslam medeniyetinde ve günümüzde üzerinde çokça konuşulan ve tartışılan bir başka anlayış da tasavvufla ilgilidir. Daha çok kişinin kendi nefsini tezkiye etmesi ve ferdin ıslahından cemiyetin ıslahına ulaşılması üzerine kurulan bu anlayış, başından beri toplumsal bir olgu olarak tarihimizde var olmuştur. İlk fitne dönemlerinde din eksenli siyasal çatışmalardan uzaklaşan ve daha sonraları özellikle Emevî saltanatının güç ve çıkar ilişkilerine bir tepki olarak deruni dini tecrübeyi bir yol ve yöntem olarak ve de dünyevileşen İslam algısı karşısında uhrevi boyutu öne çıkaran bu tecrübe, dinin ihsan boyunu öne çıkarmış, zühd ve takvayı esas almış, Allah'ın murakabesini tüm iş ve anlayışlarına temel kılmıştır. İnsan fıtratında böyle bir dini tecrübeye ilgi yadsınamaz. Bu tecrübe, her zaman Kur'an ve Sünnet çizgisinde kaldığı müddetçe insanın kendisini otokontrol ihtiyacı olarak söz konusu olmalıdır. Ancak bu tecrübenin kişisel olduğu, herkesi bağlayıcı olmadığı da bilinmelidir. Zira bu tecrübe, dinin doğru bilgisinden koptuğu takdirde kolayca sübjektif bir hale evrilebilmekte, eğitim ve pedagoji açısından da istismara dönüşebilmektedir. Bilhassa tasavvufi düşüncenin kurumsallaşmasıyla oluşan yapılar, zaman zaman teorik çerçevelerinin dışına çıkarak etki alanlarını güçlendirme adına pragmatizme kayabilmekte ve varlıklarının devamı için dünyevi kaygılarla hareket edebilmektedir. Burada bireyin güç ve çıkarından ziyade kurumsal güç ve çıkar, bütün hakikatin önüne kolayca geçebilmektedir.


Dinin sahih bilgisini referans almaktan ziyade kişilerin sübjektif görüş ve rüyaları önemli bir bilgi kaynağına dönüşebilmektedir. Bilinmelidir ki, İslam'da akıl ve irade mükellef olmanın en başta gelen şartıdır. Modern zamanlarda yeryüzün ahalisinin topyekûn içine sürüklendiği maddiyat düşkünlüğü, güç ve çıkar tutkusu, tüketim iştahı ve aşırı dünyevileşme olgusu karşısında insanların manevi ihtiyaçlarını karşılamak için bir sığınma limanı olarak görülen bu yapılar, zamanla dünyevileşme meyilleri ve hâkimiyet çabalarıyla tartışılır hâle gelmişlerdir. İslâm'ın rahmet mesajlarının yeryüzüne yayılmasında, medeniyetimizin sevgi, aşk ve merhamet boyutunun öne çıkmasında, Anadolu'nun ve Balkanların İslâmlaşma sürecinde işlevi yüksek olan irfan geleneğimizin ve tasavvufi ekollerin, günümüz tezahürlerinin tarihsel misyonlarına uygun şekilde kendi iç muhasebelerini yapmaları elzemdir. Bugün, tarihsel referansına uygun olmadığı halde bu yapıların bir kısmı başkalaşarak varlığını devam ettirmektedir. İhvanlık hali İslâm'ın özündeki uhuvveti zedelemeden, tekkenin varlığı İslam'ın varlığının önüne geçmeden, kişinin aklını ve iradesini bir başkasına teslim etmeden bu tecrübenin zühd, takva ve ihsan boyutunda yaşanması başta Müslümanlar olmak üzere bugünün dünyasında herkes için manevi bir ihtiyaçtır.


Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Şûrâ Üyeleri,


Üzerinde durulması gereken bir olgu da özellikle bütün dünyayı kurtarma iddiasıyla ortaya çıkan ve mega idealler peşinde koşarak bir misyon edasıyla hareket eden dini yapılardır. Bu tarz yapıların, özellikle sömürgecilik döneminden itibaren başlayan, çağımızda da bir hayli etkili olan kilise tarihinde görüldüğü bilinmektedir. Dünyaca ünlü sosyologumuz Prof. Dr. Şerif Mardin bu tür yapıların iç teşkilatlanmasını hiç çözemediğini, şimdiye kadar kullanılan sosyolojik metotlarla araştırılmaya müsait olmadıklarını ifade etmektedir. Başlangıçta bir kişi etrafında oluşan bu hareketler, zamanla kendi içinde bir yapıya, bir söyleme, bir gayeye ve büyük bir hedefe dönüşmektedir. Dini referanslar ve peygamberlerin mücadelesi dahi daha çok araçsal bir boyut kazanan bu hareketlerde başarıya endeksli olmak büyük bir gaye olarak kabul edilmektedir. Şahıs merkezli bu hareketlerde ahireti kazanma karşısında akıl ve vahiy devre dışı bırakabilmekte, körü körüne itaat kültürüyle iradeler teslim alınabilmektedir.


Bilinmelidir ki İslâm'a göre hakikat hiç kimsenin tekelinde değildir. Mümine düşen görev, hakikate sahip olmak ve insanları kendi hakikatine davet etmek değil, daima hakikatin yolunda olmaktır. Elbette İslâm yardımlaşma ve dayanışmayı esas alan bir ahlak doğrultusunda birlik olmayı ve tüm Müslümanların ortak hedef, ortak gaye ve ortak idealde birleşmelerini ister. Ancak Kur'an, dini fırkalara bölenleri ve kendinden başkasına cenneti layık görmeyenleri Hıristiyanlık ve Yahudilik anlayışını örnek vererek zemmeder. İslâm'ın daveti ve tebliği aşikârdır. Meşru olan gayeye hiçbir zaman gayr-i meşru yöntemlerle ulaşılmaz. Hile yapmak, şantaj uygulamak, desise oluşturmak ve fitne çıkarmak İslami ahlakın asla tasvip etmeyeceği hususlardır. İslam fitneyi savaştan beter görür. Dini, kişilere ve anlayışlara hasretmeyi değil, Allah'a has kılmayı ve tüm eylemlerin sadece O'nun rızasına uygun olmasını ister.


Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Şûrâ Üyeleri,


İslam dini hak, hukuk ve adalete dayalı faziletli ve ahlaklı bir toplum inşa etmeyi ister. Bunu bir dini sorumluluk ve vecibe olarak görür. Bu anlamıyla İslam sadece bireysel ritüellerin ikamesine dayalı dini vazifelerin yapılmasını isteyen bir din değildir. İslam hem bu dünya hem de ahiret hayatının saadet ve mutluluğunu esas alır. İslam'ın ibadet anlayışı bütün yapıp ettiklerimizi ve tüm amellerimizi kapsar. Ubudiyet, kişinin yaratıcıyla, kendisiyle, yaşadığı toplumla ve tabiatla olan ilişkisinin toplamıyla ilgilidir. Bu anlamıyla toplumsal sorunlarla ilgili olmak Müslümanlığın bir parçasıdır. Toplumsal iş ve eylemlerde hakkı, hukuku ve adaleti esas almak Allah'ın rızasını kazanmanın bir gereğidir. Hiçbir kişisel menfaat, bu rızanın kazanılmasının üstünde görülemez. Toplumsal birliğin ve beraberliğin en önemli ortak paydası dindir. İslâm, hiç kimsenin dini bir çıkar aracı haline getirerek bir güç ve iktidar arzusuna dönüştürmesine onay vermez. Hâl böyle iken bugün İslâm dünyasında Din-i Mübin-i İslâm'ın, zaman zaman her türlü saltanatı, gayr-i meşru yönetimleri, hatta askeri darbeleri meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanılması esef vericidir. İslâm'ın kişisel siyasal araç haline getirilmesi ve bir ideolojiye indirgenerek algılanması dinin özünü ortadan kaldırır. Elbette İslâm'ın siyasetle ahlak düzleminde, dini özgürlükler bağlamında ve başkalarının inancına müdahale etmeme anlayışında bir ilişkisi vardır. Ancak İslâm, siyasi bir parti programına indirgenemeyecek kadar büyük ve yücedir. Başında İslâm dahi olsa siyasetin pragmatist, makyavelist ve başarmak için her şeyi meşrulaştırıcı tavrı İslam'la bağdaşmaz. Modern zamanlarda demokrasinin getirdiği siyasal bir zeminde bu durum, yeni bir takım siyaset teorilerini var etmiş ve yeni anlayışlar ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda tartışmaların İslam dünyasında var olduğu da bir vakıadır.


Sayın Cumhurbaşkanım, Saygıdeğer Şûrâ Üyeleri,


Tarih boyunca ve günümüzde din eğitimi, öğretimi ve dini hizmetler toplumun ihtiyaçları doğrultusunda bir şekilde karşılanmaktadır. Özellikle modern devlet birimlerinin oluşmasıyla birlikte günümüzde bu hizmetlerin nasıl yapılacağı hususu hep tartışılmıştır. Gerek tarih içinde toplumun bir şekilde karşıladığı bu hizmetler, Cumhuriyet'in ilanından sonra ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yürütülmektedir. Bugün, İslam coğrafyasının birçoğunda din-devlet-toplum ilişkileri bağlamında arayışlar hala devam etmektedir. Din hizmetlerinin nasıl olacağı konusu Diyanet örneğinde Türkiye uygulamasıyla bir model teşkil etmektedir. Diyanet'in yapısı Hıristiyanlıkta olduğu gibi bir kilise yapısı değildir. İslâm, bu anlamda bir dinsel kurumu tasvip etmez. Diyanet ve din hizmetleri teolojik bir din kurumu olmanın ötesinde sadece bir bilgi, hizmet ve eğitim kurumudur. Toplumun dini ihtiyaçlarını ve yaygın din eğitiminin karşılanmasını esas alır. Bunun yanında sivil İslami hizmet yapıları da varlığını hep devam ettirmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığımız son yıllarda söz konusu sivil yapılarla iyi ve doğru ilişkiler kurmayı, onları himaye etmeyi, onlara destek olmayı, tecrübelerinden istifade etmeyi, milletimize hizmet yolunda birlikte hareket etmeyi prensip edinmiştir.


Dini fikirler, görüşler ve düşünceler tarihte olduğu gibi günümüzde de farklılıklar arz edecektir. Bu farklılıklar, medeniyetimizin önemli bir zenginliğidir. Bu durum, aynı zamanda İslam'ın dini düşünce alanında tanıdığı özgürlüğü göstermektedir. Aslolan, düşünceden ziyade eylemlerin toplumsal bir ifsada ve zarara neden olmamasıdır. Kişi kendi dini anlayışını hakikat olarak görebilir, ancak karşısındakini ötekileştirerek tekfir edemez, onun hayat hakkını yok edemez. Ortaya koyduğumuz bu düşünceler, bugün, bir realitedir. Belirtmek isterim ki dini özgürlüklerin tam ve eksiksiz uygulandığı bir ortamda bu yapılar, toplumsal dinamiğin etkisiyle değişime uğrarlar. Önemli olan genel ve orta yolun her zaman kamu tarafından teşvik edilmesidir. Dinî kurumların, Müslüman kimliğini oluşturmada, korumada ve güçlendirmede, bu kimliğe süreklilik kazandırmada, zedelenen kimlikleri imar etmede büyük rolü vardır. Ancak bu kurumlar, sağlam bilgi üreten mekanizmalara sahip değillerse, kadroları meslekî yeterlilik ve ahlâkî ilkeler bakımından donanımsız ise, temsil zafiyeti yaşıyorlarsa, maddî kaynakları ve kurumsal yapıları sağlıklı bir temele oturmamışsa topluma yarardan çok zarar getireceklerdir. Bu sebeple dinî kurumlar, mutlaka dinî bilgi üreten mekanizmalara sahip olmalı ve bunları sürekli yenilemelidir. Yenilenen sahih bilgiyle Müslüman kimliğini sürekli takviye etmek, dinî kurumların vazgeçilmez görevi olmalıdır. Bu noktada Diyanet İşleri Başkanlığı'nın da bir özeleştirisini yapmak zorundayız. Başından beri sağduyulu halkımızın büyük teveccühünü kazanan Başkanlığımız, taşıdığı önemi tam anlamıyla kavrayabilmiş midir? Din görevlilerimiz, memuriyeti hakkıyla yerine getirmenin ötesinde bir şuurla "din gönüllüsü" olabilmiş midir? Toplumun sadece ibadetiyle, nikahıyla ve cenazesiyle değil, aynı zamanda çocuğuyla, kadınıyla, yaşlısıyla, derdiyle, fakiriyle, hastasıyla, mahkumuyla, sokağa terk edilenleriyle beraber olmayı başarabildik mi? Din tanımımızı revize etmekle din hizmetimizi hayatın her anına ve her alanına ulaştırma idealimize yaklaşabildik mi? Bu vesileyle rahmetle yad etmek istediğim Nurettin Topçu'nun "Din adamını, her sefaletin ve ızdırabın barındığı yerde arayıp bulmalıyız. Hastanede, hapishanede muzdarip işçinin yanında, yalnız ve sahipsiz yaşayanların başucunda o bulunmalıdır. O insan hareketlerinin uzanabildiği her yerde görevlidir. Gerçek din adamı "bağrı başlu, gözü yaşlu" hizmet ehli, varlığından soyulmuş ve hayat kervanının en sonunda yürüyen bir neferdir. Kavuklular değil, kalpliler din adamlarıdır. Kalabalıktan değil Allah'tan kuvvet alacaktır, yalnızlığı ile Allah'ın saltanatına sığınacaktır. Allah'ın kullarına hizmetin, Allah'a hizmet olduğunu bilendir." şeklindeki harikulade tasvirinde kendimizi bulabildik mi? Başkanlığımız kendisini zinde tutacak bir iç görüyle bu sorulara cevap aramaya devam edecektir. Tüm kadrolarımızla kendimizi yeniden var etmek; hiçbir dinî yapının karşısında olmadan ve ayrım gözetmeden herkesi doğru bilgi ve sahih anlayışlara ulaştırmak bizim asli görevimizdir. Burada mutlaka ifade etmeliyiz ki, bütün bunları yaparken mevcut yapının ıslahı kaçınılmazdır. Daha sivil, toplumsal kesimlerin kendilerini rahatlıkla içinde bulacağı, geniş katılımlı, gönüllülüğü esas alan, kucaklayıcı ve kuşatıcı bir formu yakalamamız elzemdir. Diyanet İşleri Başkanlığı, hem ilmi hem de idari bakımdan daha özerk hale gelmeli, toplumsal saygınlığının yanı sıra küresel gücünün de artmasına uygun bir yapıya ivedilikle kavuşmalıdır.


Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Şûrâ Üyeleri,


İslam, evrensel mesajlar içeren bir dindir. Yerel özellikler dikkate alınmadan, tarihsel uygulamalar irdelenmeden İslam'ın evrensel mesajları doğrultusunda bir medeniyet inşa etmek mümkün değildir. Biz Müslümanlar için daima biri geçici ve küçük; diğeri ise kalıcı ve büyük olmak üzere iki aidiyet söz konusudur. Bir aileye, ırka, gruba, mezhebe, meşrebe, cemaate, ideolojiye olan intisabımız geçici, küçük mensubiyetimizdir. Asıl büyük aidiyet ve mensubiyetimiz ise, İslâm ailesine olan mensubiyetimizdir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Müslümanlar için en büyük tehlike, küçük mensubiyetleri kimliğe dönüştürerek bu büyük mensubiyetin önüne geçirmeye kalkışmalarıdır. Konuşmamda kısaca sınıflandırmaya çalıştığım dinî yaklaşımlar, köklü geleneğimizden ve medeniyetimizden aldığımız güçle geleceğe güvenle bakmamızın önündeki engeller olmamalıdır. Aksine bu farklı oluşumların ürettiği farklı tonlardaki enerji, aynı tayfta kırılarak düşünce ufkumuzu aydınlatabilmelidir. Bugün Müslüman yürekleri zayıflatan, birlik ve bütünlüğümüzü içten içe kemiren, geleceğimize endişe yükleyen şey, dışlama, sevgisizlik, tahammülsüzlük hastalığıdır. Bu hastalık son 40-50 yılda bizim coğrafyamıza yine Müslüman bildiğimiz coğrafyalardan bulaşmıştır. Yabancı kaynaklı nevzuhur dinî hareketler de aynı şekilde halkımızı, ilim ve fikir insanlarımızı, geleceğimiz olan gençlerimizi, kurumlarımızı tehdit etmektedir. İslam'ın yerel, bölgesel ve küresel ölçekteki sorunları iç içe geçerek büyümekte; hiçbir metodolojiye, usul ve erkana bağlı olmaksızın çalakalem ilgileriyle Müslümanların halis duygularını kendi şahsi emelleri için kullanmaktan çekinmeyenler, sonuçta ortaya kötürümleşmiş bağlılıklar bırakmaktadır. Zaman akıyor ve biz bu ülkenin Diyanet ve İlahiyat camiası olarak ne üretebildiğimiz hakkında sorumluyuz. Tarihin yeniden şekillendiği, ortak aklın harekete geçmesine en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönem, bizleri hiçbir hesap hatasını kaldırmayacak bir dikkate zorlamaktadır. İmanımızı çekilmez polemiklerle oyuna getirmeye çalışan, renkli öğretilerin gölgesinde din kardeşliğimizi talan eden, köklü geleneğimize haset dolu gözlerle bakarken hoyrat bir dille hakaret eden, akıldan izandan ferasetten yoksun her türlü çaba karşısında uyanık olmak zorundayız. Uyarmak, uyandırmak, temkinli olmak, inisiyatif almak, "İslam dünyasında neler oluyor?" sorusunun her zamankinden daha ağır ve daha derin olan cevaplarını kaldırmak, karşılamak zorundayız.


Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Şûrâ Üyeleri,


İslam'ın temel yönetsel ilkelerinden biri olan şurayı, danışmayı ve dayanışmayı en üst düzeyde yaşanılır kılmasını temenni ettiğim bu nezih toplantının hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Her birinize engin tecrübelerinizi paylaşmak üzere teşrif ettiğiniz, dertleşme ve ortak hedefler belirleme arayışımıza cevap verdiğiniz için bir kere daha teşekkürü borç biliyor, selam ve muhabbetlerimi sunuyorum.




 DİN ŞÛRÂSI SONUÇ BİLDİRGESİ


icsayfa3


İslâm, insanın dünya ve ahiret saadetini sağlayan, tüm insanlığı ezeli hakikatin evrensel çağrısıyla buluşturan son ilahi dinin adıdır. Bütün peygamberler, aslında bu çağrıyı insanlara ulaştırmak için gönderilmişlerdir. Tevhid, adalet ve meadı esas alan Kur'an-ı Kerim'in rehberliğinde Hz. Peygamber hukuk, adalet, ahlak ve fazilete dayalı örnek bir toplum inşa etmiş: var olan tefrika ve çatışmaları inanç, kardeşlik, ahlâkı ve objektif hukuk çerçevesinde çözüme kavuşturmuş ve tüm zamanlar için örnek olabilecek bir sosyal bünye vücuda getirmiştir. Hz. Peygamber'den sonra yaşanan tarihi süreçlerde çeşitli sosyo-politik farklılıklar ortaya çıkmış, zamanla dinî muhteva kazanan bu farklılıklar itikadî ve fıkhî açıdan farklı yorum ve yöntemlerin oluşmasına da zemin hazırlanmıştır.


Tarih boyunca üç ve şaz görüşler, İslâm toplumlarında makes bulmamış, "orta yol" denilen ve mutedil bir arayışı temsil eden görüşler daha çok kabul görmüştür. İslâm toplumları hiçbir zaman tek tipçi bir anlayışı benimsememiş başta Hıristiyanlık ve Yahudilik olmak üzere her yörenin mahalli dinleri ve İslâm'ın farklı tezahürleri rahatlıkla varlıklarını bugüne kadar sürdürmüşlerdir.


Din-i Mübin-i İslâm'ın anlaşılış ve yorumlanış biçimleri Haçlılar, Moğol Saldırıları ve farklı bağlamlarda gerçekleşen fitne olaylarına bağlı olarak yaşadığı fetret dönemlerini geride bırakmış, Osmanlı'nın dağılma süreci ile başlayan ve günümüze kadar devam eden süreçte yeni ve farklı bir boyut kazanmıştır. Bilgi, hukuk ve teknolojiye aydınlanma ile ulaşmaya başlayan modern batı uygarlığı, bütün yer kürede etkin hale gelmiştir. İçinden geçtiğimiz travmatik süreçler, İslâm dünyası açısından tarihinin belki de en sancılı dönemlerinden biri olarak dikkat çekicidir.


XIX. Yüzyıl'dan itibaren İslâm coğrafyasının birçok bölgesinde sömürge, istila ve işgaller yaşanmış, bazı bölgeler de uzun süre istibdatlarda yönetilmiştir. Son birkaç yüzyılın bütün insanlığı sarsan ve dünya ölçeğinde gerçekleşen siyasi, askeri, bilimsel ve toplumsal değişmelerden İslam dünyası ağır biçimde etkilenmiştir. Bunun sonucunda her düzeyde büyük kopuşlar ve derine parçalanmışlıklar yaşanmıştır. Dini entelektüel ve kültürel referans kökleriyle irtibatı kopan bu coğrafyada birbirinden farklı pek çok hareket ortaya çıkmıştır. Batı da ortaya çıkan kimi kurtuluş ideolojilerinden de etkilenen bu kabil kimi hareketler zamanla İslâm'ın getirdiği barış, hukuk ve ahlak çerçevesinin dışına savrulmuştur. Bugün gelinen noktada İslâm'ın ve Müslümanların yerel, bölgesel ve küresel ölçekte karşı karşıya kaldığı sorunlar iç içe geçerek büyümekte ve bütün İslâm dünyasının varlığını çok yönlü tehdit eder bir konuma doğru evrilmektedir.


Program Kaydının Birinci Kısmını  İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN..! 

Pogram Kaydının İkinci Kısmını  İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN..!


güncelleme: 6.3.2017 12:08